Sendikalar ve İş Sağlığı Güvenliği

Sendikalar Yasası’nın ilk maddesi, sendikaların kuruluş amacını “Çalışma ilişkilerinde ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerin korunması ve geliştirilmesi” olarak tanımlamaktadır. Bu tanım doğrultusunda, sendikaların işçilerin sağlığının korunması ve geliştirilmesiyle uğraşmasının da, bu örgütlerin varoluş nedenleriyle uyumlu olduğu ortaya çıkmaktadır.

Sendikalar Yasası’nda olduğu gibi, uluslararası insan hakları belgeleri (sözgelimi Birleşmiş Milletler Ekonomik,Sosyal ve Kültürel Haklar Konusunda Uluslararası Sözleşme 1966) ve T.C.Anayasası’nda ekonomik ve sosyal hak kavramına rastlanmaktadır. Buradan anlaşılan, sendikaların, üyelerinin, insan hakları kapsamındaki haklarını da korumak ve geliştirmekle görevli olduğudur. İnsan hakları belgelerinde, 1948’den beri yaşama hakkının içinde, “sağlıklı yaşama hakkı“; çalışma hakkının içinde “işyeri ortamının geliştirilmesi”, “çalışma koşullarının iyileştirilmesi ” vb “sağlıklı güvenli koşullarda çalışma” yeralmaya başlamıştır. Bu kapsamda, sendikaların, çalışanların sağlık ve güvenliklerini korumaları, işyeri ortamlarının geliştirilmesi için uğraş vermeleri; hem örgütsel ödevleri, hem de bir toplum örgütü olmaktan doğan ödevleridir.

İş sağlığı güvenliği çok-boyutlu ve çok-bilimli bir kavramdır. Her şeyden önce saf teknik görünen bu konunun, yoğun bir toplumsal içeriği olduğuna değinmek gereklidir.1 Çünkü iş sağlığı güvenliği, bir insan hakkıdır.

Uluslararası İnsan Hakları Belgelerine baktığımız zaman insanların sağlıklı ve güvenli koşullarda çalışma hakkının, -Uluslararası Çalışma Örgütü Sözleşmeleri bir yana bırakılırsa- özellikle 1960’lı yıllardan sonra onaylanan belgelerde belirgin bir biçimde vurgulandığını görürüz. Sözgelimi, Türkiye tarafından da onaylanan Avrupa Sosyal Şartı’nın 3.Maddesi “güvenli ve sağlıklı çalışma koşulları hakkı” başlığını taşımakta olup, şöyledir:

Sözleşmeci taraflar, güvenli ve sağlıklı çalışma koşulları hakkının etkin biçimde kullanılmasını sağlamak üzere;

  • Güvenlik ve sağlık alanında yasal düzenlemeler yapmayı;
  • Gözetim önlemleriyle bu düzenlemelerin uygulanmasını sağlamayı;
  • Gerektiğinde, iş güvenliği ve sağlığını geliştirmeyi amaçlayan önlemler konusunda çalıştıranların ve çalışanların örgütlerine danışmayı;

üstlenirler”
2

Yaşama ve çalışma koşulları birbirinden ayırılamaz. Yaşama koşullarındaki her düzelme, üyelerinin ve dolayısıyla sendikaların üzerindeki ekonomik kökenli baskıları azaltacak, böylelikle daha geniş ölçekli toplumcu yaklaşımlar belirleme ve uygulama olanaklarını yakalayabileceklerdir. Konut sorununun çözümlenmesinde, beslenme sorunlarının çözümlenmesinde, çocukların okul ya da kreş sorunlarının çözümlenmesinde kolaylıklar sağlayan sendika, sonuçta üyelerinin harcamalarında belli bir düşmeye yol açacaktır. Bu gider azalması, üyelerinin ücret artışı istemlerinde, belirli bir oranda ferahlama ve azalma getirecektir. Dolayısıyla sendikalar, üyeleriyle birlikte yalnızca ücret artışı zorlamasına gitmeyecekler; sosyal hakları geliştirme, çalışma koşullarını geliştirme çabasında da üyelerini yanlarında bulacak ve bunu işleyebilecekleridir. 3

İş sağlığı güvenliği kavramını ele alırken ilk vurgulanması gereken nokta, iş hukuku mevzuatının (ve çalışma yaşamının) bir bütün oluşturduğudur. Her ne kadar, iş yasası, iş sağlığı güvenliği için ayrı bir bölüm ayırmışsa da, bu diğer bölümlerde sözedilen hak ve yükümlülüklerin iş sağlığı güvenliği ile ilgisi bulunmadığı anlamına gelmez. Sözgelimi çalışma süreleri, işçilerin sağlığını-güvenliğini çok yakından etkilemektedir. O kadar ki, “Sağlık kuralları bakımından günde ancak 7,5 saat ve daha az çalışılması gereken işler hakkında tüzük” ile “Gürültü Kontrol Yönetmeliği’nin 11.maddesi” sağlıkla çalışma süresinin somut ilişkisini, kurallar bağlamaktadır.

Çalışma süreleri ile ilgili olarak konulan kuralları, izlemesi gereken başlıca denetim organlarından biri işçi sendikalarıdır. Bugüne değin, sendikaların, “ücreti ödenmek koşuluyla” fazla mesailer konusunda bir tepki gösterdiğine rastlanmamıştır. Tersine, sağlık kurallarına ve yasalara aykırı da olsa, fazla mesai yapmayı üyelerinin istemesi gerekçesine dayanılarak, bu konuda sessiz kalınmanın yeğlendiği, tartışmalarda da açığa vurulmaktadır. Bu olgu 5 Nisan 1994 Ekonomik Kararları’ndan sonra, işçiler üzerinde oluşturulan yoğun kaygı dolayısıyla inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Ücreti ödenmek koşuluyla, işveren istediği için, haftalık izin yapmayan, yıllık izninin de büyük bir bölümünden vazgeçen işçi sayısı büyük miktarlardadır. İşçi sendikaları bu olguya direnememektedir.

Öte yandan “kıdem tazminatı”nın varlığı, özellikle kıdemli işçilerin, işyerinde iş sağlığı güvenliği konusunda haklarını daha yüksek sesle arayabilmeleri için bir güvence oluşturmaktadır. Buna karşın, İş Yasası’nın 17/II-h.maddesi, “İşçinin kendi isteği veya savsaması
yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi, işverenin malı olan veya malı olmayıp da eli altında bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve maddeleri on günlük ücretinin tutarı ile ödeyemeyecek derecede hasara veya kayba uğratması
” nda işverenlerin bildirimsiz fesih hakkını düzenlemektedir. Bu hüküm, yetersiz iş sağlığı güvenliği önlemlerinin varlığında bile işçinin çalışma hakkını tehdit edebilmektedir.

Bir başka tehdit, İş Yasası’nın yine 17-I.maddesindeki, “(a) fıkrasında sayılan sebepler dışında işçinin kendi kusuruna yükletilmeyen hastalık, kaza, doğum ve gebelik gibi
hallerde işveren için hizmet akdini bildirimsiz fesih hakkı”
nın düzenlenmiş olmasıdır.

Ancak ne yazıkki, işçi sendikalarının bu tehditlere yönelik bir eylem ortaya koyduklarına ilişkin elimizde veri bulunmamaktadır.

Uluslararası Belgelerde, “çalışan” nitelemesi, işçi-memur-çocuk tüm çalışanları kapsamaktadır. İş sağlığı güvenliğinin tanımında da bu kapsamlı tanıma rastlıyoruz. O halde, bugün, iş yasasının “ayrıksı(istisnai) durumları” düzenleyen 5.maddesinde, görülen farklı tanımlar, çalışanların, insan haklarından yararlanmaları için bir farklılık yaratmalıdır.

Çalışma Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 10-b maddesinde İşçi Sağlığı Genel Müdürlüğü’nün görevleri sıralanırken, “İş Yasası kapsamının dışında kalan işyerlerinde çalışanların iş kazaları ve meslek hastalıklarının düzenlenmesi…”ne ilişkin ödevler yüklenmiştir. Dolayısıyla 1946 yılından beri, Bakanlığın, iş kanunundan yararlanamayan çalışanların da sağlık ve güvenlikleriyle ilgili düzenlemeler yapması beklenilmektedir. Ne yazıkki, bu alanda hiç bir çalışmaya tanık olunmamış; daha da kötüsü, işçi sendikalarının da bu yönde bir uyarısı ile karşılaşılmamıştır. Sendikal eylemi, tüm çalışan kesimleri kavrayacak biçimde geliştirebilecek bu fırsat harcanmıştır; hala harcanmaktadır.

Eskiden meslek hastalıkları, “yalnızca belirli işlerde çalışan ve o işten ötürü sunuk (maruz) kaldığı etmenlere bağlı olarak yakalanılan hastalık” olarak tanımlanırdı. Bugün, bu etmenlere, çevresel atıklar ve kirlenmeler nedeniyle, diğer toplum kesimleri de sunuk kalmaktadır. Demekki artık yalnızca mesleksel hastalıklardan değil, çevresel ve mesleksel hastalıklardan sözedilmektedir. Dolayısıyla, meslek hastalıklarının ortadan kaldırılması için verilen uğraşta cephe genişlemiş, tüm toplumu içine almıştır. Ancak sendikalarda, toplumun diğer kesimleri ile bu anlamda birlikte hareketlere rastlanmamıştır.

Günümüzde, sendikalı işçilerin eylemlerine, toplumun yeterli desteği vermemesinin altında, sorunların paylaşılmaması, ortak hareket zeminlerinin yaratılmaması ve toplumsal dayanışmanın geliştirilmemiş olması yatmaktadır.

Öte yandan, sendikaların iş sağlığı güvenliği konusunda yeterince araştırmalara girişmediği, veri toplamadığı, yayımlanan verileri bilimsel teknikleri kullanarak değerlendiremediği de görülmektedir. Buna örnek olarak, grevle yitirilen işgünü ile iş kazası sonucu yitirilen işgünü karşılaştırmalarını gösterebiliriz. Uzun yıllar, ısrarla, “sürekli işgöremezlik ve ölüm nedeniyle
yitirilen işgünleri”
gözönüne alınmamıştır. Eğer özellikle “grev-kırıcı” yaklaşımlara karşı bu tema işlenebilmiş olsaydı iki olgu arasında derin uçurum sergilenebilirdi (Bkz. Tablo 1).

Sendikalar, özellikle iş sağlığı güvenliği konusunda, kendilerine sunulan verilerin doğruluğunu varsayarak, bunların ardına düşmemişlerdir. Sözgelimi, Günday’ın araştırmasında belirttiği nokta, bugüne değin sendikalarca dile getirilmemiştir. Günday, aşağıda sunulan, “iş kazası ve meslek hastalıkları olgularının sigortalıların yaş gruplarına göre dağılımı” tablosunda, sütun yüzdelerinin yıllar içerisinde hiçbir değişiklik göstermediğini ortaya koymuştur. Bu istatistik biliminin ve yaşamın kurallarına aykırı bir olgu olup; SSK istatistiklerine olan tüm güveni sarsmaktadır. 4

Tablo 2

İş Kazası ve Meslek Hastalıkları Olgularının
Sigortalıların Yaş Gruplarına Göre Dağılımı

YAŞ 1987 1988 1989 1990 1991
SAYI % SAYI % SAYI % SAYI % SAYI %
891 0,56 963 0,56 895 0,56 877 0,56 733 0,56
15-19 16914 10,60 18280 10,60 16993 10,60 16647 10,60 13931 10,60
20-24 27529 17,25 29753 17,25 27658 17,25 27095 17,25 22675 17,25
25-29 40290 25,25 43545 25,25 40460 25,25 39655 25,25 33190 25,25
30-34 32122 20,13 34717 20,13 32273 20,13 31616 20,13 26458 20,13
35-39 20853 13,07 22538 13,07 20957 13,07 20530 13,07 17176 13,07
40-44 10709 6,71 11574 6,71 10759 6,71 10540 6,71 8820 6,71
45-49 5601 3,51 6054 3,51 5627 3,51 5512 3,51 4613 3,51
50-54 2960 1,85 3200 1,85 2974 1,85 2912 1,85 2438 1,85
55-59 1195 0,75 1291 0,75 1200 0,75 1176 0,75 984 0,75
60+ 310 0,19 335 0,19 311 0,19 305 0,19 256 0,19
Bilinmeyen 196 0,12 214 0,12 198 0,12 194 0,12 163 0,12
Toplam 159572 100,00 172454 100,00 160325 100,00 157059 100,00 131436 100,00

* Sütun yüzdesi

Kaynak: Sosyal Sigortalar Kurumu 1991 İstatistik Yıllığı, SSK Genel Müdürlüğü Yayını No.543 s.72

Son beş yılın aynı istatistiklerini veren tabloda (Tablo 3) ise durum değişmiştir. Bu da Tablo 2’de verilen döneme ilişkin değerlendirmesinde, yazarın, ne denli haklı olduğunu ortaya koymaktadır.

Tablo 3

İş Kazası ve Meslek Hastalıkları Olgularının
Sigortalıların Yaş Gruplarına Göre Dağılımı

(1991-94)

YAŞ 1991 1991 1993 1994
SAYI % SAYI % SAYI % SAYI %
733 0,56 294 0,21 438 0,40 143 0,15
15-19 13.931 10,60 7.426 5,28 8.553 7,73 4.257 4,56
20-24 22.675 17,25 17.816 12,66 16.451 14,87 11.258 12,06
25-29 33.190 25,25 34.524 24,54 26.716 24,15 20.831 22,31
30-34 26.458 20,13 30.995 22,03 23.553 21,29 21.335 22,85
35-39 17.176 13,07 24.062 17,10 17.772 16,06 16.566 17,74
40-44 8.820 6,71 14.760 10,49 10.489 9,48 10.722 11,48
45-49 4.613 3,51 6.077 4,32 3.947 3,57 4.780 5,12
50-54 2.438 1,85 2.609 1,85 1.661 1,50 1.742 1,87
55-59 984 0,75 1.125 0,80 590 0,53 746 0,80
60+ 256 0,19 1.001 0,71 468 0,42 987 1,06
Bilinmeyen 163 0,12
Toplam 131.436 100,00 140.689 100,00 110.638 100,00 93.367 100,00

* Sütun yüzdesi

Kaynak: Sosyal Sigortalar Kurumu 1994 İstatistik Yıllığı, SSK Genel Müdürlüğü Yayını No.572 s.68

 

Sendikaların iş sağlığı güvenliği işlevlerini sergilemelerine elverişli en önemli alanlardan biri iş sağlığı güvenliği kurullarıdır. Bu kurullar, ilk olarak 1892 yılında İngiltere’de “South Metropolitan Gas Company” imindeki işyerinde öngüllü bir jüri şeklinde kurulmuştur. Daha sonra 1912 yılında İsveç’te, 1921’de Çekoslovakya’da, 1931’de Meksika’da, 1934’te Almanya’da, 1937’de Hollanda’da, 1946’da Belçika ve Fransa’da yasal düzenlemelerle zorunlu kılınmıştır5Ülkemizde ilk kez 931 sayılı İş Kanunu’nun 76.maddesi ile zorunlu kılınmıştır.

Bu konuda işçi sendikalarının, bazı işyeri temsilcilerinin kişisel çabalarının ötesinde, örgütlü bir müdahalesine tanık olunmamıştır.

1965 yılında Devlet Planlama Teşkilatı’nın gündemine gelen, icra planlarına konulan, ulusal ölçekte bir Kurul oluşturulması düşüncesi, planlarda yer almasına karşın 3. ve 4.Beş Yıllık Kalkınma Plan dönemlerinde gereken ilgiyi görememiştir.

1978 yılında zamanın İşçi Sağlığı Genel Müdürü’nün çabalarıyla oluşturulmaya çalışılan ve Bakanlık Katı’nca belli sınırlar içerisinde desteklenen Ulusal Düzeyde İş Sağlığı Güvenliği Kurulu girişimi, üzerinde durulması gereken bir girişimdir. Bu girişim, DİSK’in etkin katılımıyla – bu nedenle de Türk İş ve TİSK’in katılmaktan kaçınmasıyla- yürütülmüştür.

7 Temmuz 1978’de ilk toplantısını yapan Ulusal Düzeyde İş Sağlığı Güvenliği Kurulu’na (UD İşS-İşGK) bu alanda yıllarını vermiş kişilerden, kamu kuruluşlarının ve toplum örgütlerinin temsilcilerinden oluşmuştu. Atılımcı ve gündelik kaygılardan arınmış özellikler taşıyan Kurul, ikinci toplantısında, alt komisyonun hazırladığı ilkeleri kabul etti.

Bu ilke kararları şöyleydi:

  1. Ulusal Düzeyde İş Sağlığı Güvenliği Kurulu, mali ve idari yönden özerk olmalıdır. Bu amaçla değiştirilmekte olan İş Yasası’nın 76.maddesinin yeniden düzenlenmesi önerilmektedir. Bu değişiklikle,

a. Mali ve idari yönden özerk olduğu vurgulanmakta,

b. Parasal kaynak sağlanmaktadır.

  1. Ulusal Düzeyde İşS-İşGK, kendi bilgi kaynaklarına sahip olmalı, aldığı kararlar ve ilkeleri en küçük birimlere kadar iletebilmelidir.Bu amaçla, bölgesel, işyeri ve il düzeyinde İşS-İşG Kurullarının, ulusal kurulla bağlantısı getirilmektedir.
  2. Ulusal Düzeyde İşS-İşGK , biri Genel Kurul, diğeri Yönetim Kurulu ve Denetim Kurulu’ndan oluşmalıdır. Genel Kurulda çeşitli yörelerden , işkollarından ve alt birimlerden gelen üyelerin bulunmasına dikkat edilmelidir.
  3. Sadece İş Yasası kapsamına giren işçilerin değil, tüm çalışanların sağlıklı ve güvenli çalışma koşullarında çalışmalarının sağlanması için çaba gösterilmelidir.
  4. Mevzuat düzenlemeleleri, bakanlıklararası eşgüdüm, inceleme araştırma, eğitim, yayın ve benzeri tanıtma çalışmaları yapmak ve konuya ilişkin alınan kararları uygulanmak üzere ilgili kuruluşlara iletmek amaçlanmalıdır.
  5. Yasal değişiklik gerçekleştirilene kadar Çalışma Bakanlığı’nca çıkarılacak bir yönetmelikle çalışmalar düzenlenmelidir. İş Yasası’nın 76.maddesinin nasıl değiştirilmesi gerektiği de yine Kurul’ca düzenlenerek “öneri” olarak sunulmuştur6

Burada altı çizilen dört önemli nokta, “Ulusal-bölgesel-işyeri düzeyinde kurullar kurulması”, “mali ve idari yönden özerklik”, “gelir kaynaklarına sahip olma” ve “çalışma usul, ödev ve yetkilerinin belirlenmesi” dir.

Ancak, Kurul’un uzun erimde, özerk nitelikli bir kurum olarak geliştirilmek istenmesi ve kısa erimde Bakanlık denetiminden kurtarılmak istenmesi sorun yaratmıştır. Böylesi bir adımı Bakanlık Katı’nın uygun görmemesi, çalışmaların Bakanlık denetimi altında sürdürülmesini de DİSK’in onaylamaması yüzünden, girişim sönmüştür. Aradan geçen bunca yılda, ne ulusal ölçekte ne de işyeri düzeyinde İş Sağlığı Güvenliği Kurullarına ilişkin hiçbir adım atılmamıştır.

Sendikaların, iş sağlığı güvenliği alanında beklenen diğer önemli bir adımı eğitim çalışmalarıdır. Bu konuda sendikaların başvurabilecekleri 2 önemli kaynakları vardır: Bunlardan ilki, bütçelerinden yasal olarak ayırmak zorunda oldukları %10’luk paydır. İkinci kaynak ise, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın “İşçilerden Kesilen Ceza Paralarını Kullanmaya Yetkili Kurul” olup; 19.2.1973 gün ve 14453 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan bir Tüzük uyarınca çalışmaktadır. Bu kurul, işverenin toplu iş sözleşmesi ya da hizmet sözleşmesinde gösterilen nedenlerle işçi ücretlerinden ceza olarak yaptığı kesintilerin toplandığı fonun, % 75’inin işçilerin mesleki eğitim ile iş sağlığı güvenliği konularındaki eğitimleri, % 25’inin sosyal hizmetler için kullanılmasını öngörmektedir. Bu kurulun oluşumunda, asıl ağırlığı taşıyan Bakanlık yetkililerinin dışında, en çok sayıda işçiyi kavrayan işçi sendikaları konfederasyonu yönetim kurulunca seçilen ve değişik işkollarından gelen iki işçi temsilcisi ile yine aynı yöntemle seçilen iki işveren temsilcisine yer verilmiştir. Ne yazıkki bu parasal olanakların kullanılmasıyla bugüne değin ortaya, dikkate değer bir birikim çıkarılamamıştır.

Sendikaların bir yönüyle teknik bir konu olan iş sağlığı güvenliğine yaklaşımda uzman kullanmaları çok doğal ve kaçınılmazdır. Petrol-İş Sendikası’nın 1992 yılı başlarında, Türk-İş’e bağlı 24 sendikayla 2 bağımsız sendikayı kapsayan araştırmasında, bu sendikalarda toplam 175 uzman ve 35 danışman, 1160 uzman dışı personel çalıştırıldığı saptanmıştır. Sendika uzmanlarının alanlara dağılımı şöyledir: % 36,5 hukuk, % 19,2 toplu iş sözleşmesi, % 12,6 eğitim, % 13,2 basın-yayın, % 10,2 örgütlenme, % 1,8 iş sağlığı güvenliği, % 6,6 diğer uzmanlık dalları.. Uzmanların 154’ü genel merkez, 21’ı şube düzeyinde çalışmaktadır. İş sağlığı güvenliği uzmanları, yalnızca iki sendikada 3 kişi ile sınırlıdır.7

Sendikaların iş sağlığı güvenliğine yönelik etkinliklerini genel olarak değerlendirmek için genel kurul çalışma raporlarının incelenmesi iyi bir araçtır. Ülkemizde, genel kurullar genellikle, sendika yönetiminin seçimlerine yönelik geçmekte; bu nedenle, Çalışma Raporları üzerinde yeterince durulmamaktadır. Ancak, bu raporlar, hem sendika yönetiminin yaptığı çalışmalara ilişkin sendikaların en yüksek karar organı genel kurula bilgi verir; hem de, bu organın geleceğe yönelik alacağı kararlar için gerekli bilgileri sağlar.

Günday, işçi sendikalarının Genel Kurul çalışma raporlarında,

  1. Konuya yakınma düzleminde yaklaşıldığını,
  2. Öncelikle iş sağlığı güvenliği politikası saptanması gerekirken, böyle bir yaklaşımın ortaya konulmadığını,
  3. Buna bağlı olarak da, iş sağlığı güvenliği ile ilgili araçlar, yöntemler ve çalışma tarzı oluşturulamadığını,
  4. İşçi. sağlığı iş güvenliği ile ilgili bilgilere, genellikle, akçalı haklarla ilgili olduğu ölçüde yer verildiğini;
  5. Bu nedenle de iş sağlığı güvenliği ile ilgili çalışmalar bütünlükten yoksun, süreklilik ve kalıcılık kazanamayan bir durumda kaldığını belirtmektedir.

Bugün, işçi sendikalarının işyerlerindeki kazanımları için en çok kullandıkları silah, toplu iş sözleşmeleridir (TİS). Demekki TİS’lerin iş sağlığı güvenliği yönünden değerlendirilmesi, bize sendikaların en çok önem vermiş oldukları alandaki başarı düzeylerini ortaya koyabilecektir.

1978-80 arasında bağıtlanan 200 ve 1994-96 arasında bağıtlanan 94 TİS üzerinde, 16 yıl ara ile değerlendirmeler yapılmıştır. İş sağlığı güvenliği yönünden gerçekleşen değişikliklerin, hem kapsam bakımından, hem de iş sağlığı güvenliğinin sağlanmasındaki önemi yönünden ne kadar yetersiz olduğunu yansıtması bakımından anlamlıdır.8

TİS’lerle ilgili değerlendirme yapılan bölüm başlıklarından seçmeleri şöyle sıralanmıştır:

* eğitim

* çalışma süresinin düzenlenmesi

* işyerinde beslenmenin düzenlenmesi

* sağlık

* tazminatlar

* iş sağlığı güvenliği kurulu.

1978-80 dönemi (I.Değerlendirme Dönemi =
I.DD) ve 1994-95 dönemi (II.Değerlendirme Dönemi = II.DD) arasında nicel değil, tanımlayıcı bir karşılaştırma yapılmıştır.

TİS’lerde yeralan eğitim ile ilgili maddelerde daha çok sendikal eğitim izinlerinden sözedilmektedir. II.DD’de bunlara ek olarak sınırlı sayıda, “orientasyon eğitimi”, “verimliliğin arttırılması” temalarına da yer verilmiştir.

Çalışma sürelerinin düzenlenmesi,
I.DD’de, “çalışma sürelerinin azaltılması” ağırlık kazanırken; II.DD’de, “sürenin düzenlenmesi” ile “fazla mesainin ücretlendirilmesi” konuları ağırlık kazanmaktadır.

Her iki dönemde de, işçilerin beslenmesi
ile ilgili maddelerde, kıdem tazminatına katkısı üzerinde ısrarla durulurken, besin değerleri üzerinde bilimsel bir yaklaşımdan sözetmeye olanak bulunmamaktadır. “Üç kap yemek” ya da “yeterli kalori” gibi belirgin olmayan ifadelere yer verilmektedir.

TİS’lerde yeralan sağlıkla ilgili maddelere gelince… I.DD’de sıklıkla işçi sağlığı işgüvenliği ile ilgili tüzüklere uyulacağı yinelenmekte; sağlığını yitirenlere iş değişikliği verilmesi ya da işe almada öncelik tanınması konusuna yer verilmektedir. Buna karşın II.DD’de, iş sağlığı güvenliğine özel bir bölüm ayırılması ağırlık kazanmakta; değinilen konularda çeşitlenmektedir (Sözgelimi, koruyucu sağlık önlemleri, koruyucu malzeme ve giysilerin belirlenmesi, tedavi edici sağlık hizmetleri ve bundan dolayı istirahatlerde alınan ücret vb)

Her iki dönemde de, kazalar (iş kazalarına farklı ödeme) dolayısıyla işçilere ödemelerde bulunulacağı belirtilmektedir.

İş sağlığı güvenliği konusunda Türkiye sendikal hareketinde DİSK, farklı ve kapsamlı bir yaklaşım ileri sürmüştür.9Ama bu farklı görüşleri taşımakla birlikte, eleştirdiği konularda, uygulamada, diğer sendikaları aşamamış bulunmaktadır.

DİSK’in, 20-26 Haziran 1992’de Ören toplantılarında, iş sağlığı güvenliği komisyonu raporunda, konfederasyon bünyesinde, iş sağlığı güvenliği eğitim ve araştırma merkezi kurulması önerisi getirilmekle birlikte; 1992’den bu yana, örgütlenme sorunları ile boğuşan DİSK, bu yönde her hangi bir adım atamamıştır.

Sendikaların iş sağlığı güvenliğine yönelik olarak işyeri düzeyindeki diğer olanaklarını üç başlık altında toplayabiliriz:

  1. İşyeri Sendika Temsilcileri
  2. İşyeri Komiteleri ve İş Sağlığı Güvenliği Kurulları
  3. Kalite Kontrol Çemberleri Uygulamalarında İş Sağlığı Güvenliği Çalışma Grupları

1.İşyeri Sendika Temsilcileri: Sendikanın işveren karşısında işyerindeki temsilcisi ve o işyerindeki üyelerle sendika arasındaki köprüdür. İşyeri, yöre, bölge vs düzeyde kurulacak danışma organlarında da görev alabilirler. Bu işlevlerinin yanında, işyerinde iş yasalarının ve toplu iş sözleşmesinde öngörülen çalışma koşullarının izlenmesinde de işlevlidirler. Ancak yalnızca temsilci oldukları dönemde iş güvencelerinin arttırılmış olması, bu önlemin yeterli olmasına olanak vermemektedir. Ayrıca, yeterli araç, gereç, eğitim olanağı, uzman vb desteklerinden yoksun oluşları da işyeri temsilcilerinin iş sağlığı güvenliği alanında etkin çalışmasına engel olmaktadır.

2. İşyeri Komiteleri ve İş Sağlığı Güvenliği Kurulları: İşçi komisyonları olarak da adlandırılabilen bu tür komiteler, çeşitli ülkelerde, işçi hareketinin bir unsuru olarak değişik biçimlerde ve adlarda ortaya çıkabilmektedirler. Bağımsız işçi hareketinin bir ürünü olarak ortaya çıkmışlardır. Belirli yıllarda, sendikal yapılanmanın işyeri düzeyinde temel organları da olabilmektedir. Ayrıca, sendikal yapılanmalar da doğrudan kendileri işyerlerinde, bu tür örgütlenmelere gidebilmektedirler.

Sürekli olarak 50 ve daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde kurulan İş Sağlığı Güvenliği Kurulları’nda üyelik görevini ve bu ölçekten küçük işyerlerinde de, bu kurulun yapması gerekenleri üstlenen yine işyeri sendika (işçi) temsilcileridir. Ülkemizde, işçi temsilcilerinin iş sağlığı güvenliğine ilişkin ödevlerinin yeterince yerine getirilmediğinin en önemli iki kanıtı, toplu iş sözleşmeleri ile iş sağlığı güvenliği kurulu karar defterleridir. Çok az sayıdaki toplu iş sözleşmeler dışında, iş sağlığı güvenliği konusundaki somut istemlere yeterince yer verilmemiştir. İşyerlerinde işçilerin sağlığını bozucu koşulların varlığında, konunun, işçi temsilcisi tarafından, Kurul gündemine getirilmesi gereklidir. Temsilcinin görüşleri ve oyu azınlıkta bile kalsa, karar defterlerinde “aykırı oy yazıları”na rastlanması gerekmektedir. Oysa, şimdiye değin aykırı oy yazısı konulan İş Sağlığı Güvenliği Kurulu kararına rastlanmamıştır. Bu da yargımızı doğrulamaktadır.10

İş Sağlığı Güvenliği Kurulları, işyerlerinde bu konuda çalışan tüm görevlilerin katılımı ile gerçekleşmektedir. Şu görevlilerden oluşmaktadır:

  • İşveren temsilcisi
  • İş güvenliği ile ilgili teknik kişi
  • İşyeri hekimi
  • Sosyal danışman (yoksa personel ile ilgili kişi)
  • Sivil savunma görevlisi
  • Ustabaşı temsilcisi
  • Sendika (yoksa işçi) temsilcisi.

Görüldüğü gibi burada bir platformdan sözetmek olasıdır. İşyerinde çalışanlar belirli aralarla yasa gereği biraraya gelmekte ve yine yasalarca öngörülen bir programa göre aralarında iletişim ve işbirliği kurmaktadırlar. Bu çalışmanın en somut ürünleri de, şöyle sıralanabilir:

  1. İşyerindeki
    somut iş sağlığı güvenliği sorunlarının çözümüne
    ilişkin öneriler,
  2. İşyerindeki
    sağlık risklerini ve bunlara karşı alınması gerekli somut önlemleri
    içeren İç Yönetmelik’in hazırlanması,
  3. İşçiler
    için eğitim programının hazırlanması,
  4. İşyerindeki
    ağır ve ölümlü kazalardan sonra, durumun
    yinelenmemesi için bu acı olaydan çıkarılacak
    derslerin ve alınacak önlemlerin ortaya konulması vb.

1994 yılında görülen 92.087 iş kazasıyla 1.280 meslek hastalığından, 1.191 ‘i ölümle ve 3.209 ‘u sürekli işgöremezlikle sonuçlanmıştır. Bu durumda, 4.400 inceleme gerektiren olgudan, orta-büyük ölçekli işyerlerinde meydana gelenlerinde, iş sağlığı güvenliği kurulu değerlendirmesinin bulunması gerekmektedir. Böyle bir değerlendirmenin yapıldığına ilişkin hiçbir kanıt yoktur. Sendika düzeyinde de böylesi bir araştırmaya gidildiği duyulmamıştır.

İşyeri düzeyindeki çalışmaların, merkezi ölçekte kontrol ve desteklenmesi gereklidir. Kaldı ki, “aynı işverene bağlı işyerlerinin Kurul raporlarının 6 ayda bir işveren tarafından uzmanlarına inceletilmesi ve ortak politikalar belirlenmesi”zorunluğunun da işletildiğine ilişkin bugüne kadar bir-iki uygulama dışında kanıt bulunamamaktadır. İşçi sendikalarının bu çalışmayı izlemesi ve dahası bu çerçevede alternatif toplantı ve belge ortaya koymaları gerekmektedir. Ne yazıkki, buna ilişkin kanıtlar da elde edilememektedir.

3. Kalite Kontrol Çemberleri Uygulamalarında İş Sağlığı Güvenliği Çalışma Grupları: Kalite kontrol çemberleri uygulamasında oluşturulan gruplar (çemberler), asıl olarak verimlilik, maliyet, kalite kontrol gibi doğrudan üretime yönelik olmakla birlikte, iş sağlığı güvenliği ile diğer idari ve sosyal konularda bu tür grup çalışmalarına gidilebilmektedir. Örneğin Brisa A.Ş. lastik fabrikasında yürütülen kalite kontrol çember çalışmalarının % 50’sinin verimlilik, % 23’ünün kalite, %16’sının maliyet, %8’inin iş sağlığı güvenliği, % 3’ünün de yönetsel ve sosyal konularda gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, fabrika yönetimi ile sendikanın işyeri temsilcileri arasında yapılan ayalık toplantılarda aylık üretim programları, enerji, hurda, verimlilik konularında alınacak önlemlerin yanısıra iş sağlığı güvenliği ile ilgili iyileştirme çalışmalarının konu edildiği belirtilmektedir. 1112

Sonuç :

Değişen ve evrenselliği yakalamaya yönelen dünyada, işçilerin dünyaya bakışları ve beklentileri de değişmektedir. Artık, kaliteli yaşamın tek silahı ‘ücret’ değildir. İşçiler giderek daha artan oranlarda, demokrasinin, toplumsal güvence-sağlık gibi sosyal devlet işlevlerinin önemini kavramaktadırlar. Bu gelişmeler, günümüzde sendikaların da işlevlerini etkilemektedir. Özellikle 2000’li yıllarda sendikalar, daha büyük oranda toplumsal güvence sistemleriyle, çalışma ortamlarıyla ve sağlık-güvenlik hizmetlerinin sunumuyla yakından ilgilenecektir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde de, Türkiye’de işçi sendikalarının savaşımına baktığımızda, ne yazıkki, bunun filizlerine sıklıkla rastlayamadığımızı saptamış bulunuyoruz.

Uluslararası işçi sınıfı hareketinin, bu alanda 20.Yüzyıl başlarından beri artan oranlarda gösterdiği devingenliğin, Uluslararası Çalışma Örgütü ve diğer belgelere yansıyan bu birikimi, ülkemiz sendikacılığına yansımamıştır. Bunu insanımızda varolan, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinin de yoğun biçimde destekleyip geliştirdiği, günü-birlikçi olan ve sorgulayıcı olmayan yaklaşım tarzının ürünüdür.

Sendikalar iş sağlığı güvenliği işlevlerini yerine getirmekte yetersizlik içinde kalmışlardır. Bunun nedenlerine şöylece değinebiliriz:

  1. İş kazalarına ve meslek hastalıklarına yol açan koşullar” , “meslek hastalıklarının erken belirtileri“,işçiler tarafından aile çevrelerinden ya da günlük yaşantılarından elde edilecek bilgiler değildir. Bunlardan pek azı deneyimle elde edilebilir ki, o da dar-boyutlu kalır. Ohalde, işçilerin, iş sağlığı güvenliği konusunda bilgi edinebilmeleri için, dışa-bağımlılıkları vardır. Ya yalnızca yasaların öngördüğü gibi işveren tarafından eğitilecekler; ya da buna ek olarak sendikaları tarafından haklarını kullanabilmelerini sağlamak amacıyla belirli bilgilerle donatılacaklardır. Ne yazıkki, ülkemizde, her ikisi de, nicelik ve nitelik yönünden yeterli düzeyde yapılmamıştır.

  2. Sendika yönetimleri ile tabanları arasında, dinamik ve sürekli iletişime dayanan bir ilişki kurulamamıştır. Böylesi bir ilişkinin örgüt okulu, örgüt belleği ve bilim merkezi gibi ögelerle tamamlanmasıyla, örgütteki bu dinamizmin deneyimle bütünleşmesi de sağlanabilirdi. Bunların olmamasının yansıması olarak, sendikalar, kalıplaşmış yönetim kadrolarıyla, örgüt-içi demokrasinin yeterince işleyemediği, hantallaşan yönetsel yapılarının etkisiyle işçi sınıfının toplumsal-ekonomik çıkarlarında uzaklaşmaktadır.

  3. Sendikalar, ücret-dışı konularda, kendilerini işyerinin vazgeçilmez bir parçası olarak kanıtlama çabası içine girmemişlerdir. Bu çaba eksikliği, ülkemizdeki sendika eğitim süreçleriyle, üyelerin çeşitli düzeylerde sendikal eylemlere katılım süreçlerine bakışı da şekillendirmiştir. Sendikaların işyeri üretim süreçlerinde de vazgeçilmez olduğunu kanıtlayabilecek en önemli silah olan iş sağlığı güvenliği, böylece, sendikalarca kullanılmamıştır. Bugün küreselleşen dünyada sendikaların fazlalık olarak görülmesine karşı, sendikaların güç toplayabilmesi de güç olmaktadır.

  4. Ülkemizde, sendikalar, geniş parasal kaynaklarını üretken alanlara yatırmamaktadırlar. Ülkemizde, İş Yasası’nın 60.yılında bile, ülke çapında yaygın ve kolayca ulaşılabilir “iş sağlığı güvenliği laboratuvarı” bulunmamaktadır. Konfederasyonlar düzeyinde düşünüldüğünde, bunu karşılayabilecek kaynaklar vardır. Bu üretken yatırım, bir yandan işyerlerindeki sağlık ve güvenlik koşullarını geliştirirken, bir yandan da bir “işveren yükümlülüğü” olması dolayısıyla, “işveren ödentileri” ile kendi döner sermayesini de oluşturabilirdi.

  5. Bilim merkezi, laboratuvar ve danışman gibi teknik olanaklardan yoksun bırakılan sendikaların, ne işyerlerine yönelik ne de ülke düzeyinde etkili bir iş sağlığı güvenliği politikası oluşturmaları beklenemezdi. Tek tük ayrıksı durumlar da, egemen çoğunluk ve tavır içinde, kendisini ortaya koyamamıştır.

  6. İşyeri düzeyinde kurulu iş sağlığı güvenliği kurullarının işlevli kılınması ve ülke ölçeğinde, üçlü yapıya (tri-partite) dayanan ve uzmanlarla desteklenen bir UD İşS-İşGK uygulaması ile bütünleştirilmeliydi. Konunun teknik yönünü bu yolla çözmek de olasıdır.

  7. Sendikaların katılım olanaklarına sahip olduğu SSK’da da, çeşitli hizmet ve denetim işlevlerinin , bir eylem programı doğrultusunda kullanılmaması; hem SSK’yı, hem de olumsuz koşullu işyerlerini, yüzgüldürücü gelişmelerden yoksun bırakmıştır.

  8. Bugüne değin yapılmamış ama ivedilikle gerçekleştirilmesi gereken, Toplu İş Sözleşmeleri’nin belirli odaklarda toplanıp, iş sağlığı güvenliği yönünden değerlendirilmesi ve yönlendirilmesidir. Bunun yanısıra, toplu iş sözleşmesi dışı araçların da geliştirilmesidir.

Ne yazıkki, 1947 yılından başlayarak, kesintisiz (12 Eylül dönemi dışında) ve olanakları genişleyerek gelen sendikal hareketimiz, iş sağlığı güvenliği alanında kendisinden beklendiği gibi çağdaş uygarlık düzeyini yakalayamamıştır.

1A.Gürhan Fişek: Çok-Bilimli Eksende İş Sağlığı Güvenliği , Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi (Prof.Dr.Turan Güneş’e Armağan) Cilt : 50 Sayı : 3-4 1995

2S.TAŞKENT : İnsan Haklarının Uluslararası Dayanakları – Basisen Eğitim ve Kültür Yayınları No.27 İstanbul 1995 s.366.

3A.Gürhan Fişek: “İşçi Sağlığı ve İşçi Sendikalarının İşlevleri” -Çerçeve Bildiri- 2.Ulusal İşçi Sağlığı Kongresi (4-7 Nisan 1988, Ankara) Kitabı, Türk Tabipleri Birliği Yayını, Haziran 1991 s.198.

4Y.Günday, İş Sağlığı Güvenliği’nde İşyeri Temelli İşçi Örgütlenmeleri Yönünden Sendikaların İşlevleri (İstanbul, Bursa ve Gebze’de Petrol-Kimya-Lastik İşkolunda 35 İşyerinde Araştırma Bulguları) Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi 1996 (Yayınlanmamış)

5M.Çetinkaya, Bildiri, İş Sağlığı Güvenliği Sempozyumu, 4-10 Mayıs 1991, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İşçi Sağlığı Daire Başkanlığı, Ankara, 1992, s.98

6A.Gürhan Fişek: Ulusal Düzeyde İş Sağlığı Güvenliği Kurulu – Çalışma Ortamı Dergisi, Temmuz-Ağustos 1994 Sayı:15 s.12

7Petrol-İş: Sendikalar, Yapıları, Çalışmaları – Eğitim Notları, Kitap-1, Petrol İş Yayını 29, Temmuz 1993 s.117-126.

8A.Gürhan Fişek : 16 Yıl Ara ile Toplu İş Sözleşmelerinde İş Sağlığı Güvenliği (1978-80 ve 1994-96) -Yayına hazırlanıyor-

9DİSK : İş Sağlığı Güvenliği, Daha Fazla Kar Daha Fazla Kan, DİSK Yayınları 31, {1979}.

10Yazarın kişisel gözlem, görüşme ve deneyimleri ile kurduğu iletişimler.

11Ş.Necef: Yeni Üretim Organizasyonları ve Emeğin Değişen Konumu, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 1994. s.16

12D.Lostar: Brisa’da İş Güvenliği Politikası ve Komiteler, Çalışma Ortamı Dergisi, Mart-Nisan 1996 Sayı : 25 s.40