Üretkenlik ve Sağlık

“Yanlış hesap Bağdat’tan döner”


Günü-birlik üretim hesapları, dar görüşlü üretim zorlamaları, sanılanın tersine uzun erimde, “üretimde kesintilere”, “üretkenlikte azalmaya” yol açarlar.


Bundan ötürü, “İş ile onun sağlık yönünü” birbirinden ayırmamak gerekli. Üretkenliğin ve kalitenin yolu sağlıklı ve güvenli ortamlardan geçmektedir.


İşçilerin sağlığını koruma çabalarının, insan sağlığını korumanın ötesine geçen yankıları vardır. Bu çabalar, aynı zamanda işverenin büyük maddi zararlara girmesinin de önüne geçmektedir.

Bu yaklaşım, iş hukuku mevzuatımızda da kendisini göstermektedir:



  • İş sağlığı güvenliği tüzüğü Madde 249:

    “…seyyar kompresörler, çalışan işçilerden en az 10 metre uzaklıkta veya dayanıklı bir bölme içinde bulunacaktır”.


  • İş sağlığı güvenliği tüzüğü Madde 240:

    “Kompresörlerde basınç, ayarlanmış basınca ulaştığında, kompresör motorunun otomatik olarak durması sağlanacak ve motorun durması geciktiğinde, basınçlı havayı boşa verecek bir güvenlik tertibatı bulunacaktır.”


  • İş sağlığı güvenliği tüzüğü Madde 317:

    “Parlayıcı, patlayıcı maddelerin imal edildiği, taşındığı ve depolandığı yerlerde, elektrikli el aletleri kullanılmayacaktır.”


  • İş sağlığı güvenliği tüzüğü Madde 116-118:

    “Yangın tehlikesine karşı etkili ve yeterli söndürme malzemesi ile bu malzemenin kullanılmasını öğrenmiş personel veya ekipler, çalışma süresince işyerlerinde hazır bulundurulacaktır… İşyerlerinde yangının söndürülebilmesi için yeterli miktarda ve basınçta su bulundurulacaktır… İşyerlerinde suyu çekecek motorlu pompa ve boru tesisatı ile motopomplar her an iyi işler halde bulundurulacaktır”



  • vb.


Bu önlemlerin tek başına işçilerin sağlığını koruduğunu ya da tek başına işverenin çıkarlarını koruduğunu söylemeye olanak var mı? İş sağlığı güvenliği konusunda mühendislik bilimlerinin katkısını anlatırken sıklıkla dile getirdiğimiz, bu gibi dolaylı katkılar, aynı zamanda, çevreye karşı alınmış koruyucu sağlık önlemleridir.


Yasa koyucu, bir yandan İş Yasasının 17/II-h.maddesi ile işverenin maddi zarara uğratılmasında işçiye; öte yandan kurma izni-işletme belgesi alınmaması, tüzüklerde konulmuş kurallara uyulmaması durumunda işverene, ağır cezalar getirebilmektedir.


İş sağlığı güvenliği ilgili yasal dayanaklar, hem işverenler için hem de işçiler için, bir yandan külfet ; bir yandan da nimet getirmiştir. Bir anlamda iki “sosyal taraf”ın, bu alanda, birbirini tamamlar biçimde hareket etmesini ve işbirliği yapması gerektiğini düşünmüştür.


O zaman, bu yazıda inceleyeceğimiz, “üretkenlik ve kalite” ile “iş sağlığı güvenliği”nin ilgisi konusunun, yalnızca işvereni ilgilendiren bir konu olmayıp, işçilerin can güvenlikleri ve sağlıkları ile de yakından ilgili olduğunu vurgulamak yanlış olmayacaktır.


Üretimde kesintilerin önlenmesi, üretkenlik ve verimlilikte düşüşü engellediği gibi, firmaların dış pazarlardaki rekabet gücünü ve giderek ülke düzeyindeki istihdam hacmını göreceli olarak olumlu yönde etkilemektedir.


Ama uzun yıllar, işverenlerin önemli bir bölümünce, olaya bu gözle bakılmamıştır. Kamuoyunun ilgisinin işçilerin sağlığının korunması üzerinde yoğunlaşması, işverenler üzerinde ikili bir tepki yaratmıştır:



  • Bu tepkilerden ilki öz-savunmaya geçmeleri ve bütün eleştirileri yadsıyarak ve yalanlayarak, eski statükoyu sürdürmeye çalışmaktır.


  • İkincisi ise, işçilerin sağlığının korunması çabalarının ekonomik düzeyde, işveren için de bir takım yararlar sağladığı; bunların tüm boyutlarıyla anlaşılmasını ve gelişmesini bu yönde kanalize etmeye çalışmaktadır.


İşyerlerinde sağlıklı ve güvenli çalışma koşullarının ekonomik düzeydeki etkileri başlıca yedi küme halinde tanımlanabilir:


1. İşe giriş-çıkışlarda artma


2. İşten uzak kalmalarda artma


3. İş kazaları ve meslek hastalıklarından doğan etkiler


4. Doğrudan verim arttırıcı etkiler


5. “Koruyucusuz teknoloji” ve “sağlıksız işçi” akını


6. Rekabet eşitsizliği


7. Kalite


1. İşe giriş-çıkışlarda artma


İşçilerin sık sık iş değiştirmesi çeşitli yönlerden sakıncalar taşımaktadır. Her şeyden önce, iş kazalarının daha çok, işe girilen ilk günlerde ve ilk saatlerde meydana gelmesi, bu yönden düşündürücü olmalıdır.


Gerek iş yasaları ve gerekse işin gereği, işe giren işçi, henüz işe başlamadan bir eğitimden geçirilmelidir. Bu hem yapacağı işi ve çevresini, hem de işin sağlık-güvenlik tehlikelerini öğrenmesine olanak verir.


Viskusii, bunun, işçiyi işten ayrılmaya iten etmenler üzerinde de olumlu etkisi olacağına dikkat çekiyor. İşçileri işten ayrılmaya iten nedenlerle, iş seçimini etkileyen etmenler üzerinde çalışmalarını yoğunlaştıran yazar, başlıca şu saptamalarda bulunmaktadır:



  • Bir işe ilk girişi izleyen dönemde, izlenimler ve deneyler yeteri kadar olumlu değilse, işçi işini değiştirir. Buna karşın, işyerindeki çalışma ömrü uzadıkça, elinde yeterli bilgi-deneyim birikeceği için, iş değiştirme olasılığı düşer (Çalışma ömrü ile iş değiştirme olasılığının düşmesi arasındaki ilişkiyi “davranış optimizasyonu”na bağlayanlar da vardır)..


  • “İşyerinde çalışma ömrü ile doğru orantılı olarak yükselen bir ücret sistemi” kullanılarak, işi bırakma eğilimi azaltılabilir. Bu durumda, sık iş değiştirmeye yatkın işçiler, hızla işletmeden ayıklanmış olurlar.


  • Sağlıksız ve güvensiz çalışma koşulları işçi giriş çıkışında artmaya yol açtığı gibi; tersine, işçi giriş-çıkışındaki yükseklik de sağlıksız ve güvensiz çalışma koşullarına kaynaklık edebilir.


  • İşyerinde optimal sağlık ve güvenliğin sağlanmasının, bireysel seçimlerle gerçekleşmesi beklenemez. Onun için, işyeri ortamının sağlıklı-güvenli tasarımlanmasının yanında; işverenin, işçiyi işe alırken, yalnızca beceri, üretkenlik ve verimlilik yönünden değil; sağlık durumu ve geçmişi, güvenlik alışkanlıklarıyla da değerlendirmesi gerekir.


  • İşyerinde çalışma ömrünün uzaması, işçinin kendisine bilgi verilmese bile, deneyimleri ve gözlemleri ile kaza kaynaklarını saptamasını ve bunlardan sakınmasını getirmektedir.


  • İş riski ile bireysel iş bırakma davranışı arasında çok güçlü bir neden-sonuç ilişkisi vardır. Bir işkolunun kaza oranı da, benzer biçimde işçi hoşnutsuzluğu ve iş arama çabalarına etkili olmaktadır. Öte yandan, işçinin öznel (sübjektif) iş tehlikesi algalamaları da iş değiştirmesinde veya bırakmasında etkili olmaktadır.


  • İş tehlikesi varsa, bununla birlikte, işçilerde “iç-çatışma” da vardır. Bu iç-çatışmanın yoğunluğu, kişiden kişiye değişir. Hatta bazılarını işten uzaklaştırmaya da yöneltebilir. Bu farklılıklar gözönüne alınmadan, ödüllendirme, ortalama tehlikeye göre ayarlanırsa, istenilen sonuç alınamaz.


  • İşletme, yaralanmaya veya sakatlığa karşı, işçiye yeterli düzeyde tazminat ödemekteyse; işi bırakma eğilimi azalır. Bu azalış düşük ücret ödenmesine karşın sürer.


  • Yapılan araştırmalar, işçilerin, işe girip, işin tehlikelerini gördükten sonra, işi bırakma eğiliminde olduğunu ortaya koymaktadır. İşletmeler, iş tehlikeleri konusunda işçilerine başta bilgi vererek, hem işe aldıkları işçilerin niteliğini etkileyebilirler; hem de onların iş bırakma kararlarını etkileyebilirler.



Bilgi aktarmanın optimal derecesi, yalnızca bilgi aktarmanın maliyeti ve bunun etkileri ile sınırlı değildir. İşçi nüfusunun özellikleri ile de yakın bir ilişki içindedir. Tam bilgi verme konusunun önüne dikilen ekonomik engeller (işçi bulamama veya işsizlik olguları vb), işçilerin kişisel gözlemleri ve yargıları, iş seçiminde belirleyici olabilir.

İşyerlerindeki işçi giriş çıkışının azalması, işçilerin daha uzun süre işyerinde çalışmaları kazaların azalmasına yol açar. Ama meslek hastalıkları yönünden durum böyle midir?! Yüzeysel bir bakışla şöyle denilebilir: Ne kadar uzun o işyerinde kalırsa -yani zarar verici etmenlere ne kadar uzun sunuk kalırsa- meslek hastalığı çıkma olasılığı o kadar artar. Tersine, o işte işçiler ne kadar kısa süre çalışırsa; meslek hastalığına yol açan etmenler o kadar az karşı karşıya gelirler; bu da işvereni daha az yükümlülük altına iter. Böyle düşünmek yanlıştır. Çünkü meslek hastalıkları bir birikime dayanır; işçinin benzer etmenlerle yüzyüze kaldığı daha önceki işlerinden edindiği zararlar, son girdiği işteki işverenin suçuymuş gibi görülebilir.


Bir kere, yapılması gereken, öncelikle, zarar verici etmenlerin giderilmesidir. İkincisi, kişilerde meydana gelen zararların, -daha önceki işinden ötürü- işe girerken ve işin sonunda -ya da periyodik muayenelerde- belirlenmesi, belgelenmesidir.


İşçi o işyerinde kısa bir süre çalışır; ama, daha önceki benzer işlerden aldığı “zarar yükü” ile o işyerine girecektir. İşe girişte bu değerlendirilmelidir ki, kendisinden önceki işyerlerinin payı anlaşılsın. Yoksa, daha önceki “zarar yükü” bir gün o işverenin de başına iş açar.


O halde, işe giriş çıkıştaki yükseklik bu yönden de işe yaramamaktadır.

2. İşten uzak kalmalarda artma

İşten uzak kalmaların (absenteeism) başlıca nedenlerinden biri sağlık nedeniyle işten uzaklaşmalardır. Meslek hastalıkları nedeniyle olduğu gibi, genel hastalıklarla da; iş kazaları nedeniyle olduğu gibi, çeşitli kazalarla (ev,trafik vb) işçi, işinden uzak kalabilir.


Çeşitli nedenlerle işten uzak kalmalarının sıklığıyla iş günü kayıpları Kutu No.1 ve Kutu No.3′de görülmektedir.ii Bu işten uzak kalmalarının yol açtığı iş kayıplarının hesaplama yöntemine ilişkin “ülkemize uyumlandırma” önerimiz de Kutu No.2‘de görülmektedir.


Kutu No.1



Hastalık ya da kaza nedeniyle oluşan nedeniyle geçici işgöremez sayısı: 687.862



Hastalık ya da kaza nedeniyle oluşan geçici işgöremezlik süreleri toplamı: 7.475.150



Hastalık ya da kaza nedeniyle oluşan sürekli işgöremez sayısı: 4.151



Hastalık ya da kaza nedeniyle oluşan ölüm sayısı: 9.596



Hastalananların poliklinik hizmetlerine bağlı işgöremezlik süreleri toplamı: 8.967.120


Hastalık ya da kaza nedeniyle oluşan geçici işgöremezlik olgularında ortalama işten uzak kalma süresi:
10.9 gün.


İş kazalarıyla meslek hastalıkları nedeniyle oluşan sürekli işgöremezlikte ortalama yaş: 34



Hastalık ya da kaza nedeniyle oluşan sürekli işgöremezlik olgularında ortalama yaş: 49



Yaşlılık aylığının bağlandığı ortalama yaş: 50

İş kazası nedeniyle oluşan geçici işgöremezlik sayısı: 92.087


İş kazası nedeniyle oluşan geçici işgöremezlik süreleri toplamı: 1.914.083


İş kazası nedeniyle oluşan sürekli işgöremezlik sayısı: 2.791


İş kazası nedeniyle oluşan ölüm olgusu sayısı: 1.034

Meslek hastalığı nedeniyle oluşan geçici işgöremezlik sayısı: 1.280


Meslek hastalığı nedeniyle oluşan geçici işgöremezlik süreleri toplamı: 12.021


Meslek hastalığı nedeniyle oluşan sürekli işgöremezlik sayısı: 418


Meslek hastalığı nedeniyle oluşan ölüm olgusu sayısı: 157

İş kazalarıyla meslek hastalıklarından ötürü geçici işgöremezlik olgularında ortalama işten uzak kalma süresi: 20.8 gün.



Kutu No.2


Sürekli işgöremezlik ve ölüm olgularında yapılan işgünü kaybı hesaplamalarında 7500 işgünü yitirildiği kabul edilir. Bu hesaplama, emeklilik yaşının 65 olduğu varsayımına göre çıkarılmıştır. Buna karşın 1994 yılı SSK istatistiklerinde, ortalama emeklilik yaşının 50 olduğu görülmektedir. Dolayısıyla her yıl 240 işgünü ve yitirilen işgünleri de ortalama “sürekli işgöremezlik-ölüm” yaşının, emeklilik yaşından uzaklığına göre hesaplanmalıdır. Şöyle ki: (1) İş kazalarıyla meslek hastalıklarına bağlı sürekli işgöremezlik olguları nedeniyle işten uzak kalma ortalama yaşı 34 olduğuna göre, yitirilen işgünü işçi başına 3.840 ; (2) İş kazalarıyla meslek hastalıklarına bağlı ölüm nedeniyle işten uzak kalma ortalama yaşı 37 olduğuna göre, yitirilen işgünü işçi başına 3.120; (3) Diğer nedenlerle sürekli işgöremezliğe bağlı işten uzak kalmalarda ortalama yaş 49 olduğuna göre, yitirilen işgünü işçi başına 240 gün olarak kabul edilmelidir.


Kutu No.3


Hastalık ya da kaza nedeniyle oluşan geçici işgöremezlik süreleri toplamı : 7.475.150


Hastalık ya da kaza nedeniyle ayakta tedavi dolayısıyla yitirilen işgünü toplamı : 8.967.120


Hastalık ya da kaza nedeniyle sürekli işgöremezlik ve ölüm olgularına bağlı olarak hesaplanan işgünü kayıpları (sayı * 240) : 3.992.280


1.ALT TOPLAM: 20.434.550

Meslek hastalığı nedeniyle oluşan geçici işgöremezlik süreleri toplamı: 12.021


İş kazaları nedeniyle oluşan geçici işgöremezlik süreleri toplamı: 1.914.083


İş kazalarıyla meslek hastalıklarına bağlı sürekli işgöremezlik olgularına bağlı olarak hesaplanan işgünü kayıpları (sayı * 3.840) : 12.322.560


İş kazalarıyla meslek hastalıklarına bağlı ölüm olgularına bağlı olarak hesaplanan işgünü kayıpları (sayı * 3.120) : 3.715.920


İş kazalarıyla meslek hastalıklarına bağlı olgularda hesaplanan dolaylı maliyet (işgünü cinsinden) : 8.134.212


2.ALT TOPLAM: 26.098.796


TOPLAM: 46.533.346

SSK istatistiklerinden derlenen hastalık nedeniyle işgünü kaybı verilerine, bir de, hastanelerde yürütülen poliklinik çalışmalarının (ayakta tedavi) daeklenmesi gerekmektedir. Genellikle dispanser ve sağlık istasyonu dışındaki SSK sağlık tesislerinde yürütülen sağlık hizmetleri, viziteye çıkan işçinin 1 gününün kaybı ile sonuçlanmaktadır.


Her ne kadar dispanser ve sağlık istasyonunda muayene edilen aktif sigortalı sayısı SSK İstatistik Yıllığında belirtilmemişse de, bu tesislerin iş yükü içindeki paylı (% 29,3) gözönüne alınarak hesaplamaya gidilebilir.


1994 yılı içerisinde SSK ve onunla anlaşmalı sağlık tesislerine, başvurarak muayene olan aktif sigortalıların sayısı 11.594.486’dır. Bunun % 29,3 eksiğini de, poliklinik muayenelerinde yitirilen işgünü olarak görebiliriz (8.967.120 işgünü).


İşyeri hekimliklerinin, sağlık ocaklarının, sağlık istasyon ve dispanserlerinin güçlendirilmesi bu kaybın azaltılmasında önemli katkılarda bulunacaktır. Yine işe giriş ve aralıklı tarama muayenelerinden yararlanılarak bazı hastalıkların erken tasınının konulması da, insancıl etkilerinin yanında yüzgüldürücü ekonomik katkılar sağlar.


İşçilerin eş-çocuk ve bakmakla yükümlü olduğu büyüklerine yönelik sağlık hizmetlerinin semt-köy düzeyine indirilmesi de, bu amaçla işyerinden alınan izinleri çok azaltacaktır. Bu yönden “her mahalleye bir sağlık ocağı”, aynı zamanda önemhli ekonomik içerik taşıyan bir taleptir.

3. İş kazaları ve meslek hastalıklarından doğan etkiler

Önlenebilir nitelikte olmaları, iş kazalarıyla meslek hastalıklarından kaynaklanan işgünü kayıplarının



  • Önlenebilir nitelikte olmaları,


  • Göreceli olarak erken yaşlarda meydana gelmeleri (Kutu No.4),



Kutu No.4


34 yaş ve öncesi meydana gelen iş kazalarıyla meslek hastalıklarına bağlı işgöremezlik olgularının tüme oranı % 61,9


34 yaş ve öncesi meydana gelen hastalıklara bağlı işgöremezlik olgularının, yaşı bilinen tüm olgulara oranı %7,8


İş kazalarıyla meslek hastalıklarına bağlı sürekli işgöremezlik olgularının yaş ortalaması: 34 yaş


Genel hastalık ve kazalara bağlı sürekli işgöremezlik olgularının yaş ortalaması: 49 yaş


  • Tek bir iş kazası ya da hastalığın bile, diğerlerinin habercisi olması


  • Özellikle iş kazasının oluşması sırasında, tüm çalışanların ilgi odağına dönüşmesi ve üretim sürecinde durmaya yol açması (Kutu No.5),



Kutu No.5


1927 yılında H.W.Heinrich’in National Safety Couincil Kongresinde sunduğu bildirisinde, dolaylı maliyet ögelerinin dolaysız maliyet ögelerine oranının 4:1 olduğunu ortaya koymuşturiii. Bundan sonra 4:1 oranı dillerden düşmez oldu. “Kazalı atarafından yitirilen zamanına maliyeti” dışındaki dolaylı maliyet ögeleri olarak şunlar sayılmaktadır:


1. Diğer işçilerce işin bırakılması sonucu yitirilen zamanın maliyeti



  • Merak nedeniyle
  • Sempati nedeniyle
  • Kazalıya yardım amacıyla
  • Diğer

2. Ustabaşı, gözetmen ve diğer yönetim elemanlarının yitirdikleri zamanın maliyeti



  • Kazalıya yardım amacıyla
  • Kazanın nedenini ortaya çıkarmak amacıyla
  • Kazaya uğrayan işçinin yürüttüğü üretim eylemini sürdürmek için bir işçiyi görevlendirmekle
  • Kazayla ilgili kamu makamlarına verilecek raporları hazırlamak veya kamu görevlilerine duyurmak için
  • Kazaya uğrayan işçinin yerini alacak olan işçinin yetiştirilmesi için

3. İlk yardım için ve hastahanedeki hizmetler için görevlilerin harcadıkları zamanın maliyeti (eğer sigorta tarafından ödenmiyorsa)


4. Makina, araç-gereç ve diğer donanımların veya malzemelerin zarara uğratılmasının maliyeti,


5. Üretim eylemindeki karmaşanın sonucu, prim kesilmesi, cezalandırmalar ve diğer nedenlerle yapılan ödemelerin maliyeti,


6. Sigortanın işverene yansıttığı maliyet


7. İşyerine dönmesine karşın henüz tam kapasiteyle çalışamayan kazalıya ücretini tam olarak ödemeyi sürdürmekten doğan kayıp,


8. Kazalının verimliliğinin ve kullandığı makinelerin boş kalmasından doğan maliyet,


9. Kazaya bağlı olarak işyerinde oluşan heyecan dalgalanması ve moral bozukluğu,


10. İşçi başına düşen harcamaların kabarması (aydınlatma, ısıtma, kira vb. kazalının üretim faaliyetine dönmesine kadar süren giderler)

önemini ve toplumsal değerini arttırmaktadır. Heinrich’in bize sunduğu formüle göre ve yalnızca SSK verilerine bağlı kalarak iş kazalarıyla meslek hastalıklarına bağlı olarak ekonomi üzerindeki dolaylı ve dolaysız maliyetleri, 26.098.796 işgününü bulmaktadır. Prime esas kazanç 185.270 TL olduğuna göre; bu kaybın parasal boyutu, en az, 4.835.323.934.920 TL’dir.Bunların üzerine işçiye ve bakmakla yükümlü olduklarına ödenen çeşitli ödenceler ile aylık ödemeleri eklenmelidir.


Kutu No.7


İş kazalarına bağlı dolaylı maliyetlerin hesaplanmasında şu yol izlenmiştir. İster ölümle ya da sürekli işgöremezlikle sonuçlansın; isterse geçici işgöremezlikle sonuçlansın, her olgu için “ortalama geçici işgöremezlik süresi” , “Heinrich’in verdiği 4:1 oranına göre” dört ile çarpılmıştır. Meslek hastalıklarının, işyerinde genel bir infial ve üretim kesintisi yaratmaması nedeniyle -her ne kadar bir takım dolaylı giderleri olsa bile- böylesi bir hesaplamaya gidilmemiştir.

4.Doğrudan verim arttırıcı etkiler

Çalışma ortamının ve insan ilişkilerinini olumsuzluğu, verim üzerinde azaltıcı etkiler ortaya koyar. Verimle stres, çalışma ortamının olumsuz etmenleri ile stres arasında doğrudan ilişki vardır.


Çeşitli konfor koşullarının verim üzerindeki etkileri, Hawthorne araştırmaları diye anılan bir dizi ve çok önemli çalışma ile önemli ölçüde aydınlatılmıştır. 1920’lerin sonlarında, fiziksel çevrede, çalışma koşulları, günlük çalışma süresi, dinlenme için verilen araların sıklığı ve süresi ile diğe temenlerin verim üzerindeki etkilerini ölçmek üzere, telefon donanımlarını monte eden bir grup kız işçi üzerinde araştırma yapılmıştır. Araştırma için seçilen kız işçiler, ayrı bir odada çalıştırılmaya; çalışma koşulları da değiştirilmeye başlanmış ve izlenmişlerdir. Deneyi yapanlar, çalışma koşullarını değiştirmeye başladıklarında, yapılan her önemli değişiklik sonunda üretimde büyük artışların meydana geldiğini gördüler. Bütün yeni çalışma koşullarının denenmesinden sonra, iyi birer deneyci olan araştırmacılar, işçi kızları tekrar önceden çalıştıkları kyere göndermeye karar verdiler. İşçi kızların asıl çalışma koşulları ise, çok zayıf ışık alan sıralarda, dinlenme aralıkları ve diğer avantajları olmaksızın uzun bir işgünü çalışmayı gerektiriyordu. Bu kez araştırmacılar, verimin yine yükseldiğini ve hatta, en iyi deneysel şartlarla ulaşılmış düzeyin de üzerine çıktığını şaşkınlıkla gördüler… Bu ön araştırmaya dayanarak yeni bir varsayım ortaya koydular. Bu varsayıma göre, işe karşı güdülenme, verimlilik ve işin kalitesi, tamamiyle işçilerin kendi aralarındaki ve işçilerle üstleri arasındaki sosyal ilişkilerin türüne bağlıdır… Bu araştırma, endüstri psikoloğuna sosyal faktörün önemini anlatmıştır. Şöyle ki, iş performası yalnızca bireye bağlı olmayıp, bireyin içinde bulunduğu sosyal ilişkiler ağına da dayanmaktadır. Örgütlerle ilgili araştırmalar ilerledikçe, hemen her örgütte informel bazı topluluk ve grupların bulunduğu ve bunların işçilerin güdelenmesini, üretim hacmini ve işin kalitesini yakından etkilediği kesinlik kazanmıştır.iv


İşyerlerindeki konfor koşulları kadar, yaşam çevresindeki konfor koşulları da, üretimin kesintisi ve artarak sürdürülebilmesi yönünden önem taşımaktadır. “Bir çok ülke, hastalıkların nüfusun büyük çoğunluğunun yaşam gücünün bir bölümünü veya tümünü yitirmesine ve dolayısıyla üretimin düşmesine neden olduğunu keşfetmiştir. Buna örnek olarak Dünya Bankası’nın 1973 yılında, Endonezya’da, inşaat ve kauçuk işçileri arasında, düşük sağlık koşullarının ekonomik sonuçları konusunda düzenlediği araştırmanın bulguları gösterilebilir. Sözkonusu işçilerin % 45’inin demir eksikliği anemisinden yakındığı ortaya konulmuştur. 60 gün süresince demir vererek sürdürülen tedavi sonucu, üretkenlik % 19 oranında arttırılmıştır. Hasta başına 60 günlük tedavi gideri 0,13 dolardır. Kauçuk işçilerinde, tedaviden ötürü kar/maliyet oranı 280/1 ‘den aşağı değildir.v


1950 ortalarında Venezüela’nın kırsal kesimine temiz su getirmek için bir proje hazırlanmıştır. Bu çalışma sırasında, tifo, paratifo, dizanteri ve enteritten ötürü yılda 2 milyon işgünü kayıp olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bundan doğan toplam üretim kaybı, yaklaşık 7,8 milyon dolar olarak saptanmıştır. Bu kişiler için tedavi ve bakım harcamaları ise 5,5 milyon dolar/yıl olarak hesaplanmıştır.


Güney Rodezya’da sıtma dolayısıyla işgünü kaybını hesaplayanlar, toplam işgününün yüzde 9,5-10’unun yitirildiğini görmüşlerdir. Özellikle de hastalık sıklığının artışıyla, tarımsal üretimin işgücü gereksinmesinin tepe noktası aynı zamana rastlamaktaydı.


Verimlilik yönünden iş tsarımı da büyük önem taşımaktadır. Verimliliğe yol açan ortamın, buna koşut olarak sağlıklı ve güvenlik bir çalışma ortamını oluşturacağı ve sürdüreceği de açıktır. Verimlilik ve iş tasarımı ilişkilerine bir örnek olarak şu deney gösterilebilir: “Non Linear System adlı küçük bir elektronik aletler şirketi, işin, işçilerin becerilerine ve toplumsal gereksinmelerine öncelik verilerek hazırlanmasına çalışmıştı. Yönetim, işçilere akıldı bir işbölümü empoze etmek yerine, onların kendi toplumsal ve duygusal gereksinmelerini en iyi şekilde karşılayabilecek etkili bir düzeni, gözetimcileriyle birlikte kurmalarını istemişti. İşçilerin kurduğu sistem, işçilerdeki bazı özel yeteneklere öncelik vermekle birlikte iş değiş tokuşuna ve diğer iş değiştirme şekillerine olanak veren ve kendileri için önemli bir anlam taşıyan esnek yapıdaydı. Ekipteki herkes üretimin tümünü benimsemekte, onunla bir özdeşleşme yapabilmekteydi. Bu özdeşleşme, grup dışındaki denetçilerin daha önceden uyguladığı kalite standartlarının oluşmasını sağladı. Bunun bir nedeni, elde edilen ürünün her işçiye, kendi öz evladı gibi görünmesiydi. … Tipik bir işçinin işin anlamlı olmasına ve özerkliğe gerek duyması ne kadar fazla olursa, sanayi psikoloğunun verimli bir çalışmayı sağlayan en uygun iş koşullarının yaratılmasından, iş genişletilmesine ve benzeri kavramlara verdiği ağırlık artacaktır. Bu koşullar ilkin fiziksel çevrede bulunmaya çalışılmış olmakla birlikte, sonradan bu koşulların sosyal çevrede ve işçilerin işleriyle olan ilişkileri içerisinde oluştuğu anlaşılmıştır.”

5.”Koruyucusuz teknoloji” ve “sağlıksız işçi” akını

İş kazalarına yol açan çeşitli teknoloji ürünlerinin (üretim süreçleri, makinalar, kimyasallar vs) insan sağlığı üzerindeki etkileri önemli araştırma alanlarından birini oluşturmaktadır. Ne yazıkki, bu teknoloji ürünlerinin, piyasaya sürülmesinden önce işlevleri ayrıntılı olarak araştırıldığı halde, insan sağlığı üzerindeki etkileri aynı özen ve titizlikle araştırılmamaktadır. Bunun için, kullanıma sunulduktan sonra bir süre geçmesi kaçınılmaz olmaktadır.


Sürekli araştırmalar ve uğraşlar, teknoloji ve teknoloji ürünlerinin insan için daha zararsız hale dönüştürülmesini getirmektedir. Standartların yükseltilmesi, eşik sınır değerlerin düşürülmesi, çevreye zararlı etkinliklerin yasaklanması vb sık sık rastlanan olgulardır. Bu kuralların, yöresel olması ve teknolojiyi kullanan şirketlerin maliyet kaygıları, onları 2 yönde eyleme sürüklemektedir: Birincisi, o üretimi, bu “kural”ları koymayan bir ülkede sürdürmek üzere “göçetmesi” ; ikincisi ise, üretimini yenileştirerek, kullandığı teknolojinin ya da teknoloji ürünlerinin, “kural”lara uymayan ülkenin üreticilerine satılmasıdır; bu kez de şirketin değil, “teknoloji ya da teknoloji ürününün göçünden” sözedilmektedir.


Her iki durumda da, “kurallar ve standartlar” yönünden gelişmiş olan ülkeden, gelişmemiş olana doğru bir “koruyucusuz teknoloji akını”ndan sözedebilmekteyiz vi


Bir başka “kurallar ve standartlar” bütünü de çalıştırılacak işçilerle ilgili olarak getirilenlerdir. “İş ve işçi uyumu”, bir işte çalıştırılacak işçide bazı özelliklerin aranmasını zorunlu kılmaktadır. Çeşitli becerilerin (refleks, algılama vs) yanında, çalışma ortamında karşılaşabileceği zararlı etmenlerin olası etkilerine karşı duyarlı bir vücut yapısının da bulunmaması gerekmektedir. Sözgelimi, böbrek üzerinde zararlı etkileri olan bir etmenle çalışılan ortamda, böbrek yetmezliği olan kişilerin çalıştırılmaması gibi.


İşe giriş ve aralıklı tarama muayenelerini düzenli ve gereken titizlikle yerine getiren işyerlerinde, çalışma olanağı bulamayan işçiler, edindikleri beceriler vb nedenlerle, aynı işi yapan ama “muayene” yaptırmayan işyerlerine doğru akın edeceklerdir. Biz buna “sağlıksız işçi akını” diyoruz. Böylece, “kural ve standartlara” uyan ve uymayan işyerlerinde çalışan işyerlerinde, bir süre sonra sağlık durumları farklı işçi nüfusu oluşacaktır. “Kurallara ve standartlara” uyan işyeri sayısı ne kadar artarsa, bu kurala uymayan işyerlerinde, “sağlıksız işçi” çalıştırma oranı da o kadar artacaktır.

6.Rekabet eşitsizliği

Hiç kuşkusuz, çalışma ortamının sağlıklı-güvenli hale getirilmesi, üretkenlik ve kalite üzerinde olumlu etkiler yapar. Ama işyerleri arasında “temel” sağlık ve güvenlik önlemleri bakımından bir eş-uygulama yaratılması da zorunludur. Bu temel üzerinde, üretkenlik ve kalitenin getireceği olumluluklar, özendirici olabilir.


Ancak ne yazıkki, ülkemizde, en temel sağlık güvenlik koşullarının alınmadan işçilerin(ve çocukların) çalıştırıldığı işyerleri ile “60 yıla yakın bir süreden beri konulmuş kurallara ve standartlara” uyarak işçi çalıştırmaya çabalayan işyerleri birarada yaşamaktadır. Özellikle tekelleşmenin olmadığı, rekabete dayanan işkollarında, bu ayırım önem kazanmakta ve “kurallara” uyanlar üzerinde yıkıcı etkiler yapmaktadır.


“Kural”a uyan ve uymayan işyerlerinin maliyetlerinin aynı olması olanaksızdır. Farklı maliyetler üzerinde, gerek piyasada, gerekse bu ürünlerin alıcısı durumunda olan büyük firmalarca “durulmamaktadır” (Kanımızca ahlaki yönden üzerinde durulmalıdır). Bu da “çalışma ortamları iyi ve sağlıklı işçilerin üretim yaptığı işyerleri” ile “çalışma ortamları kötü ve sağlık durumlarına aldırılmayan işçilerin (ve çocukların) üretim yaptığı işyerleri” arasında rekabet eşitsizliği yaratmaktadır.


Rekabet eşitsizliğini önleyecek en temel eylem, konulmuş kuralları ve standartları izlemekle ödevli olan kamu kuruluşunun (Çalışma Bakanlığı), bu ödevini eksiksiz ve büyük bir özenle yerine getirmesidir. Bir yargıcın adalet dağıtırken taşıdığı sorumluluğu, yanlış kararlarda düştüğü vicdan azabını, bu kuruluşun elemanlarının da taşıması gereklidir. Tüketici denetimi, toplam kalite çalışmaları, sendikal denetim ya da çeşitli toplum örgütlerinin çalışmaları, bu temel eyleme ancak destek olabilir, boyut kazandırabilir.

7.Kalite

Kalite çalışmaları, son yıllarda sıkça kendisinden sözettiren, büyük ve köklü firmalarla küçük işyerleri arasındaki farkı ortaya koymakta da “yararlanılmaya” çalışılan bir mekanizmadır. Yukarıda sözünü ettiğimiz rekabet eşitsizliğinin, birbiriyle alışveriş yapan firmalar bakımından denetlenmesine yönelik bir içeriği de vardır.


Üretimde standardizasyonun sağlanması, kalitenin arttırılması, her şeyden önce, çalışanlara yönelik bir takım beklentileri içerir. Her şeyden önce, eğitilmiş insangücüne gereksinme vardır; işini bilen, üretimle bütünleşmiş, kendini korumayı bilen insangücüne… İstikrarlı ve görevine bağlı insangücüne gereksinme vardır; çalışanlar sık iş değiştirmemeli, işyerini benimsemelidir. Belirlenen iş kurallarına -ki iş sağlığı güvenliği önlemlerini de içerir- eksiksiz uymalıdır.


Tek bir işyerinde standardizasyon ve kalitenin sağlanmasının, toplum düzeyindeki çalışmalarla desteklenmesi de gerekmektedir. Onun için, işyeri ile çalışanlarının yaşama alanları; işyeri ile aynı alanda çalışan diğer işyerleri; bu işyerlerine eleman yetiştiren örgün eğitim kurumları ..vb desteklenmelidir. Bu da işyerinin, toplumsal yükümlülüklerini tanımlar.

İş sağlığı güvenliğinin sağlanmasına yönelik uğraş, bir çok uygulamayla bütünleşmiş durumdadır. Bu uygulamalardan biri de, “üretimin kesintisiz ve artarak sürdürülmesi” uğraşıdır. Bu uğraşın başarıya ulaşması, tek bir işyerinde gösterilecek inançlı çalışmaya ek olarak, bölgesel düzeyde ve aynı yönde çalışmalarla da desteklenmelidir. “Bölgesel düzeyde işbirliği” programları uygulamaya konulmadan, başarının belirli bir sınırın ötesine geçirilmesi sağlanamaz.



i Viskusi W.K.: Employement Hazards – Harvard Economic Studies, No.148 1979




ii Sosyal Sigortalar Kurumu 1994 İstatistik Yıllığı, SSK Gn.Md. Yayın No.572




iii Accident Cost Control – Occupational Safety Aid – U.S.Department of Labor Safety Training Program 1970 s.1




iv Schein E.H.: Örgütsel Psikoloji – (Çev.A.Sağtür, Ş.Öz-Alp) EİTİA Yayınları No.167 Eskişehir 1976




v Lane N.S.: A Vital Link – WHO Chronicle, Vol.31, No.10 October 1977 s.407




vi Castleman B.I.: The Export of Hazardous Factories to Developing Nations – International Journal of Health Services Vol.9 No.4 1979.