Türkiye’de İş – İşçi Sağlığının Durumu

12.Ulusal Halk Sağlığı Kongresi'nde

(21-25 Ekim 2008, Ankara) sunulmuştur.

Türkiye'de İş – İşçi Sağlığının Durumu

I

HUKUKSAL ALT YAPININ GELİŞİMİ

İş sağlığı güvenliği uygulamaları Türkiye'nin tarihi kadar eskidir. Türkiye'nin Osmanlı İmparatorluğu ile yollarını ayırması 23 Nisan 1920 tarihine dayanır. İlk parlamento bu tarihte toplanmıştır. Ve hemen iki ay sonra üç numaralı yasayla Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı kurulmuştur. Bu “ulusal kurtuluş savaşı”nı veren ve bugünkü Türkiye'yi kuranların, insana verdiği önemin çok önemli bir kanıtıdır. İşçilerin sağlığını ilgilendiren ilk yasa ise hemen bir yıl sonra, Türkiye'nin en büyük kömür havzasında çalışan yeraltı maden işçilerine yönelik olarak çıkarılmıştır. Bu yasa, ülkemizdeki ilk sınırlı iş yasası ve ilk sosyal güvenlik uygulamasıdır.

Sağlık Bakanlığı özellikle, Cumhuriyet'in ilk 50 yılında Türkiye'nin en güçlü Bakanlıklarından biri olmuştur. İlk iş yasasının kabul edilişinin 1936, Çalışma Bakanlığı'nın kuruluşunun 1946 yılı olduğu düşünülürse, aradaki boşluk Sağlık Bakanlığı'nın uygulamaları ile doldurulmuştur.

Sağlık Bakanlığı'nın girişimiyle 1930 yılında çıkarılan Genel Sağlığı Koruma Yasası (No.1593), “işçilerin sağlığını koruma” başlığı altında bir çok önemli hüküm getirmiştir. Çocuk işçilerin çalıştırılmasında en düşük yaş, kadınların hamilelik dönemi izinleri ve işyerlerinde işyeri hekimi bulundurulması gibi hükümleri, Türkiye'nin hukuk sisteminde 60 yıldan fazla etkili olmuştur.

İş sağlığı güvenliği alanındaki ve tüm işçileri ilgilendiren tüzük ve yönetmelikleri, 1940 yılından başlayarak görmekteyiz. Zaman zaman yenilenmekle birlikte, Türkiye'nin iş sağlığı güvenliği alanındaki mevzuatının temeli bu yıllarda atılmıştır. Bu yapı oldukça güçlü ve iyi örülmüş bir yapıdır. Hiç kuşkusuz, Türkiye'nin iş sağlığı güvenliği mevzuatının büyük ölçüde yeterli olduğunu öne sürerken, şu özdeyiş unutulmamalıdır : “İyi yasa kötü yöneticilerin elinde kötü; kötü yasa iyi yöneticilerin elinde iyi sonuçlar getirir”.

II

EN İYİ UYGULAMALAR

En iyi uygulamaların yaygınlaştırılamaması üzerinde odaklanmak istiyorum. Türkiye'de iş sağlığı güvenliği ile ilgili bir çok “en iyi uygulama” ortaya konulmuştur. Türkiye'de iş sağlığı güvenliği alanında bir çok model çalışma ve uygulama yapılmıştır. Bunları tek tek anımsatmak istiyorum.

  • İşyeri hekimlikleri ve İşletme Hastaneleri

  • TTB İşçi Sağlığı Kongreleri ve TTB İş Hekimliği Sertifika Programı

  • Fişek Enstitüsü : Küçük işyerleri için Ortak Sağlık Güvenlik Birimi

  • Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi

  • İSGÜM

  • Meslek hastalıkları hastaneleri

  • SSK Tıp Kongreleri ve SSK Tıp Akademisi

  • İş Teftişi

  • TESK : IDDG uygulaması

Bunların başında işyeri hekimliği uygulaması gelmektedir. Bu uygulama 1930 yılında başlatılmıştır. O tarihlerde Türkiye'nin en önemli sağlık sorunu bulaşıcı hastalıklardı. Tüm sağlık örgütlenmesi başta verem, sıtma, trahom ve frengi olmak üzere bu hastalıklarla savaşa yönlendirilmişti. İşyerlerindeki sağlık güvenlik uygulamalarının ise, işveren yükümlülüğü olmasından hareketle, 50 ve daha çok işçi çalıştıran işyerlerinde “işyeri hekimliği” ve 500'den fazla işçi çalıştıran işyerlerinde ise “işletme hastanesi” uygulaması başlatılmıştı. Bu büyük işyerlerinin hemen tümü, o tarihlerde, kamu işyerleriydi.

İşyeri hekimliği uygulaması bugün de vardır. Yine 1930 yılında getirilen alt sınıra uyulmaktadır. 50 ve daha çok işçi çalıştıran işyerlerinde “işyeri hekimi” ve buna ek olarak “iş güvenliği uzmanı” çalıştırılmalıdır. Ama ülkemizde bu sınırın altında kalan küçük işyerlerinin, bütüne oranı %98'dir; tüm işçilerin ise %58'i küçük işyerlerinde çalışmaktadır.

Bu noktada uygulamanın iki zaafı saptanmıştır:

1. Bunlardan birincisi, işyeri hekimi bulundurmakla yükümlü olan işyerlerinin, yasalara uymaması ve uysa da yeterli bilgi ve deneyimle donanmış hekim bulamamalarıdır. 1987 yılında Türk Tabipleri Birliği, bunu meslek ahlak ilkeleri açısından ele almıştır. Bu tarihte, üniversitelerdeki lisans üstü “iş sağlığı” eğitiminden geçen yalnızca iki kişi bulunmaktaydı. Bu sınırlı kapasite ile ülkenin gereksinmesi olan 8800 işyeri hekimini eğitmeye olanak yoktu. Türk Tabipleri Birliği, hem “sertifika programları” düzenleyerek ve hem de uygulamada bu sertifikaları zorunlu kılarak, işyeri hekimliği alanında çok etkili ve ufuk açıcı bir program ortaya koymuştur. Bugüne değin sertifika programlarından geçen hekim sayısı 40.000'dir. Ama bunlardan 5.000'i işyeri hekimliği yapmaktadır; hem eğitimin sürekliliğinin kesintiye uğraması dolayısıyla ve hem de “işyerlerinde hizmet için yeterli süre” ayrılmadığı için işyeri hekimlerinin başarıları sınırlı olmaktadır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın 2003 yılındaki müdahalelerinden sonra, hem varolan program kesintiye uğramış ve hem de yerine başka bir uygulama konulamamıştır.

2. İşyeri hekimliği uygulamasının ikinci zaafı, elliden az işçi çalıştıran işyerlerinde, “ortaklaşa” sağlık-güvenlik uygulamalarını, gönüllülüğe bırakmış olması ve buna girişmek için, hiçbir kolaylık getirmemiş olmasıdır. 1982 yılında bir sivil toplum örgütü olan Fişek Enstitüsü, küçük sanayi sitelerindeki işyerlerinin, gönüllü olarak güçlerini birleştirmeleri ve “işyeri hekimliği ve iş güvenliği uzmanlığı” hizmetlerinden yararlanmaları için bir uygulama başlatmıştır. Bugün de gelişerek sürmekte olan bu uygulama, yürüyen klinikler, yürüyen röntgen araçları ve yürüyen odyometri araçları ile desteklenmekte ve yılda 700 işyerine ulaşmaktadır. Ancak etki alanı Ankara'daki 3 sanayi sitesi ile sınırlı kalmıştır. İstanbul, İzmir ve Denizli'de yine Fişek Enstitüsü'nce uygulama merkezleri kurulmuşsa da, sürdürülebilirliği sağlanamamıştır. Aynı biçimde, Fişek Enstitüsü'nün, küçük işyerlerine yönelik İzmir'de başlattığı Yürüyen Diş Kliniği uygulaması da sürdürülebilirliğini sağlayamamıştır.

Bir başka en iyi uygulama örneği olan, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi ile ilgili Yasa, 1961 yılı başında çıkarılmıştır. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı tarafından, ülkenin doğusundan başlatılarak, 1983 yılına kadar tamamlanan bir program doğrultusunda, ülkede ilk kez birer toplum hekimliği uygulama birimi olan “sağlık ocak”ları kurulmuştur. Sağlık ocaklarında, sağlıkçıların bir ekip halinde, başta koruyucu sağlık hizmetleri olmak üzere, tümelci bir anlayışla hizmet vermesi öngörülüyordu. Bu yasa hala geçerliliğini korumakla birlikte, son dönemde, hizmet “aile hekimliği” adı altında özelleştirilmek ve yine özel hastanelerle hastalananların tedavi hizmetini öne çıkaran bir hizmet felsefesi egemen kılınmak üzeredir.

Genel sağlık sorunlarının çözümünü hedefleyen Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi'nin yanında, özel olarak işyerlerinden kaynaklanan sağlık sorunlarını saptama, önleme ve gerekirse tedavi etmek üzere, iki model önerisi ortaya konulmuştur :

Bunlardan ilki, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na bağlı olarak ILO desteğiyle kurulan İşçi Sağlığı İş Güvenliği Enstitüsü'dür (İSGÜM). Bu merkezde, laboratuvarlar oluşturulmuş ve araştırma olanakları sağlanmıştır. 1968 yılında kurulan ve 1980 yılına kadar olumlu çalışmaları görülmüştür. Ancak yaygınlaştırılmasında sınırlılıklar görülen uygulama, 1980'den sonra bir duraklama içerisine girmiştir. Ancak 2001 yılından sonra AB desteğiyle yeniden diriltilmeye çalışılmaktadır.

Bunlardan ikincisi, Sosyal Sigortalar Kurumu bünyesinde 1976 yılında kurulan Meslek Hastalıkları Hastaneleri'dir. Ülkede meslek hastalıklarına tanı koyacak laboratuvar-hastanelerin olmayışı dolayısıyla, bu hastalıkların gözden kaçırılmasını önlemek için, gezici-tarama ekiplerini de içerecek biçimde bir yapı oluşturulmuştur. Meslek hastalıklarının tanı-tedavisini üstlenen ve Ankara, İstanbul, Zonguldak'ta oluşturulan hastaneler, en parlak dönemlerini 1976-1980 yılları arasında yaşamış; sonra hızlı bir düşüş ile diğer SSK hastanelerinin içerisindeki bir birime indirgenmişlerdir. 2003 yılında SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı'na devrinden sonra ise iyice silinmişlerdir. Şu anda ülkemizde meslek hastalıklarının büyük bölümünün gözden kaçırılmasının temelinde, bu “ihtisas” hastanelerinin bulunmaması yatmaktadır.

Bu zaaf, tüm doktorların meslek hastalıklarını kolayca teşhis edebilmeleri ve laboratuvarların da gerekli incelemeleri yapacak bilgi-donanıma sahip olmaları ile giderilebilirdi. 1979 yılına kadar SSK Tıp Kongreleri ile yürütülen bu çaba, bu tarihte bir SSK Tıp Akademisi bünyesi içinde yoğunlaştırılmak istenmiştir. Kurumun gereksinme duyduğu bilgi-deneyimle donatılmış tıp personeli yetiştirmek için tasarlanan SSK Tıp Akademisi, Kurum Yönetim Kurulu'ndan karar çıkmış olmasına karşı, nedense kurulamamıştır.

Bugün Türkiye'de iş sağlığı güvenliği mevzuatının uygulanmasında en etkin kurum, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın iş teftiş örgütüdür. 1936 yılında İktisat Bakanlığı'na bağlı olarak çalışan, 1946 yılında Çalışma Bakanlığı'nın kurulmasıyla, bu bakanlığın bünyesine geçen iş teftiş çalışmaları, 1979 yılında tek bir örgüt çatısı altında (sosyal, teknik müfettişler birlikte) birleştirilmiştir. Türkiye'nin iş sağlığı güvenliği insangücünün çok büyük bir bölümü bu kaynaktan yetişmiştir. Türkiye'de, işyerlerinde, iş sağlığı güvenliği alanında mevzuatın uygulanması da tek başına bu örgütün eseridir. Ancak, kendi verdikleri bilgiye göre, iş teftiş örgütü, bir yıl içerisinde tüm işyerlerinin ancak % 4'ünü denetleyebilmektedir. İş Teftiş Kurulu, bir devlet kurumu olup, kendisinin dışında hiçbir kurumla işbirliği yapmamaktadır. 1992 yılından beri, ILO ve AB fonlarından yararlanarak, iş müfettişlerinin eğitimini arttırıcı bir çok proje yapılmıştır.

Son olarak değinmek istediğim, çok değer verdiğimiz bir başka denetim uygulaması ise, TESK tarafından yürütülen IDDG uygulamasıdır. Esnaf ve küçük sanatkarın özellikle mesleki eğitim boyutuyla kendi kendini denetlemesi temelinde kurulan bu uygulama, hükumet dışı bir mekanizma oluşturması yönünden çok anlamlıdır. Ama bu uygulama da, TESK bünyesi içinde sınırlı kalmakta ve etkisi denetçi konumundaki “küçük esnaf ve sanatkarların” iş sağlığı güvenliği alanındaki bilgi-deneyimleriyle sınırlı kalmaktadır.

Bir çok ilkleri ve özgünlükleri içeren bu uygulamaların, dikkat edilirse, tümü, bunu başlatan kurumlarla sınırlı kalmıştır. Gerek bu kurumdan, gerekse diğer ilgili kurumlardan kaynaklanabilen nedenlerle, destek görmemiş ve dar kalıpları içerisinde kalmışlardır. Bir kısmı hala uygulayıcı kurumların çabaları ile sürdürülmektedir. Ama gelişme hızları yavaş ve dönüştürme güçleri yetersizdir.

III

DURUM

Bu kadar ilgili kuruluş, bu kadar çok model çalışma ve iyi bir mevzuata karşın Türkiye'de iş sağlığı güvenliğinin düzeyi yüz güldürücü değildir.

  • Bu yıl içerisinde, İstanbul / Davutpaşa'da beş katlı bir iş merkezinde meydana gelen patlamada 23 kişi öldü. Bunlardan üçü, ilk patlama sonrası, olayı merak edip seyretmeye gelenlerdi.

  • İstanbul/Tuzla Tersaneler bölgesinde son bir yıl içinde ölen işçilerin sayısı 90'ı buldu.

 

Türkiye'nin iş sağlığı güvenliği düzeyini açıklarken, sizlere SSK istatistiklerinden örnekler vermek istiyorum. SSK istatistikleri, ülkemizde, kayıt dışı çalışmanın çok fazla olması dolayısıyla, verilen rakamları en düşük değerler olarak görmek gerekmektedir. Yine de bizler için bir yol gösterici olmaktadır.

  • 2006 SSK İstatistikleri bize şunları gösteriyor :

* Bir yıldaki toplam iş kazası sayısı : 79.027 . Bunun %90,6 'sı üç günden fazla işgöremezliğe neden olmuş.

* İş kazasına uğrayan işçilerin % 59,8'i üç ay ile 5 yıl arasında kazaya uğradığı işyerinde çalışmış.

  * İş kazalarının üçte ikisinin küçük işyerlerinde (50'den az işçi çalıştıran) meydana gelmektedir.

  • Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın 2005 – 2008 eylem planında, iş kazalarının %20 azaltılacağı öngörülmüştü. Bakanlık, kendisi için belirlediği gibi iş kazalarını düşürmek bir yana, 2005 yılındaki düzeyini de koruyamamıştır.

* 2005'ten 2006'ya yaş-iş kazasına uğrama ilişkisi :

14 yaş ve altı %38,7

15-17 yaş arası % 146,5 artmıştır.

* 2005'ten 2006'ya kazaların ağırlığı da artmıştır. Sürekli işgöremezliklerdeki artış:

Kısmi (%10-39) ……………….. % 37,0

Tam (%40- . ) …………………. % 42,8

Toplam'da ……………………… % 38,3 artış vardır.

* 2002'den 2006'ya ölümlerde de artış vardır :

2002'ye göre ………………….. % 82,56

2003'e göre …………………… % 96,54

2004'e göre ……………………. % 89,30

2005'e göre …………………… % 48,51 artış var.

 

  • SSK istatistiklerine baktığımız zaman, 2006 yılında, makinelerin neden olduğu kazaların sayısının 9533 olduğunu görürüz. Bu rakam, tüm kazalar içerisinde yüzde 12,06'lik bir pay tutmaktadır. Demek ki her 10 işçiden biri, makinelerin neden olduğu kazalardan ötürü yaralanıyor ya da ölüyor.

  • SSK iş kazası istatistiklerinde el-kol-omuz yaralanmalarıyla sonuçlanan iş kazaları oldukça fazla olup; 42 697 iş kazası bu şekilde meydana gelmiştir. Yüzdeye vurursak, 2006 yılında meydana gelen tüm iş kazalarının yüzde 54,03'ü el-kol-omuzda yaralanmaya yol açmıştır.

 

  • En çok görülen iş kazalarından biri düşme biçiminde gerçekleşenlerdir (% 32,4).

 

  • En çok görülen iş kazalarından biri düşme biçiminde gerçekleşenlerdir (% 32,4). Düşme sonucu olan kazalar bütün kazaların neredeyse üçte biridir.

1. İşçinin düşme

A) Yüksekten düşebilir (% 4,8)

B)Yürürken-koşarken tökezlenebilir,

yuvarlanabilir (% 6,5)

2. Bir cismin ya da malzemenin işçinin üzerine düşmesi

A) Kayan ve çöken toprak, kaya, taş, kar (% 2,4)

B) Çökmeler (bina, duvar, iskele, merdiven vs.) (% 0,4)

C) Taşınan cisimlerin düşmesi (% 11,6).

IV

DEĞERLENDİRME

Eldeki verilerden de görüldüğü gibi, Türkiye'de mevzuat konusunda yaydığımız iyimser düşünceleri, bunun uygulanması konusunda öne süremiyoruz. Demek ki, Türkiye'de iş sağlığı güvenliğinin önemli çıkmazları vardır.

Bu çıkmazları, 5 başlık altında toplayabiliriz :

  1. İnsan odaklı çıkmazlar

  2. Bilim ve teknoloji odaklı çıkmazlar

  3. Ekonomik çıkmazlar

  4. Denetimde çıkmazları

  5. Yönetimsel çıkmazlar

Bunlar içerisinde en önemlisi de yönetimsel çıkmazlardır.

Bu kadar ilgili kuruluş, bu kadar çok model çalışma ve iyi bir mevzuata karşın Türkiye'de iş sağlığı güvenliğinin düzeyinin yetersizliği nasıl açıklanabilir? Bunun tek açıklaması şudur: Kurumsal işbirliğinin gerçekleştirilememiş ve bu alanda özerk, saygın bir “odak kurum” yaratılamamıştır.

O zaman Türkiye'nin önündeki hedefi, devlet-işçi-işveren-üniversite-meslek odaları ve gönüllü kuruluşların eşit düzeyde söz ve karar sahibi oldukları, “özerk ve saygın” bir kurumsal yapının oluşturulmasıdır.

Özerk ve saygın bir nitelikteki “İş Sağlığı Güvenliği Kurumu”nun ödevleri şöyle tanımlanabilir :

  1. Ülkemizde iş sağlığı güvenliğinin gelişmesi için çok boyutlu yaklaşım ve işbirliklerinin yaşama geçirmek,

  2. Sendikalar ve meslek odası üyeleri aracılığıyla, ulusal politikaları etkilemek; ulusal düzey ve işletmeler arasındaki köprünün kurulmasını sağlamak,

  3. Kurumlarca geliştirilen “en iyi uygulama” örneklerinin, ülke çapında ve benzer yapıdaki yabancı ülkelerde yaygınlaştırılması için çalışmalar yapmak,

  4. Dünya'daki gelişmeleri izleyerek, ülkemizde de bunların irdelenmesi ve yararlı görülenlerin uygulamaya aktarılması için çalışmak,

  5. İş sağlığı güvenliği mevzuatının yaşama geçirilmesi için kurumsal güçlerin birleştirilmesi için yol haritaları çizmek; kurumlararası uzlaşmalar sağlayarak, geçiş süreçlerinin sancısız ve hızla geçilmesinin sağlamak,

  6. İşyeri düzeyindeki İş Sağlığı Güvenliği Kurulları'nın işleyişlerini kolaylaştırmak; birbirleriyle ve merkezle iletişimlerini geliştirmek,

  7. İşyeri hekimlerinin, iş güvenliği uzmanlarının ve sosyal danışmanların görevlerini etkin yapabilmelerinin ve iş güvencelerinin sağlanmasının koşullarını yaratmak,

  8. İş sağlığı güvenliği destek hizmetlerinin, tarafsız ve bilimsel bir kimlik içerisinde gerçekleşmesini sağlamak.

Umarım çıkmazlarımızdan korkmak yerine onların üzerine yürüme cesaretini gösteririz.